bursagorus.com.tr
2022-09-29 18:22:06

Bir Biyoçeşitlilik Hikâyesi: Bölüm 1

Prof. Dr. Güray Salihoğlu

29 Eylül 2022, 18:22

Penceresinin pervazında dolaşan bir böceğe takıldı gözleri. “Doğadaki türlerden biri… Mutlaka bir tür adı vardır,” diye düşündü. “Şanslı türlerden olsa gerek. Bilim insanlarının tanımlayabildiği 1,2 milyon türden biridir herhalde… ” dedi kendi kendine.

Sonra bir soru beynini kemirmeye başladı. Şanslı mıydı bu tür gerçekten? Belki de şanslı değildi sandığı kadar? Öğretmen, dünkü derste “bir milyon tür yok olma riskiyle karşı karşıya” dememiş miydi? Belki bu böcek türünün de yok olması yakındı.

Bilim insanları Dünya üstünde yaklaşık 8,7 milyon tür olduğunu tahmin ediyorlarmış. “Ne kadar çok” diye düşünmüştü. Bitkiler, hayvanlar, bakteriler, mantarlar… “Ne kadar zengin bir dünyamız var!” Yeni türler de keşfediliyormuş bir yandan.

Ama hayır, pek çok tür insan faaliyetleri yüzünden yok olma riskiyle karşı karşıyaymış işte. Tehdit altındaymış biyoçeşitllik. Öyle söylemişti öğretmen.

Nasıl bu kadar çok tür olmuş diye düşünürken, öğretmen aklından geçenleri okumuş gibi açıklamaya başlamıştı. Bugün yaşayan pek çok tür, Dünya tarihi boyunca evrimleşerek kendilerine özgü özelliklerini kazanmış. Bilim insanları onların bu kendilerine özgü özelliklerine, farklılıklarına bakarak bir türü diğerinden ayırabiliyorlarmış.

Sınıf arkadaşlarından biri “Türleri birbirinden ayırmanın kolay bir yolu yok mu?” diye sorduğunda, “Bir tür bir başka türle çoğalamaz, buradan anlayabilirsin,” demişti öğretmeni. Canlılar zaman içinde öyle evrimleşmişler ki birbirleriyle çoğalamaz hale gelmişler. Bu da yeni türlerin oluşması anlamına geliyormuş.

Bilim insanları küresel ölçekteki biyoçeşitliliğin yanında tek bir ekosistem içindeki tür çeşitliliğine de bakıyorlarmış. Orman, otlak, tundra veya bir göl… Tek bir otlakta pek çok tür bulunabilirmiş mesela. Kınkanatlı böcekten, yılanlara, antiloplara kadar pek çok tür olabilirmiş bir otlakta. Ekosistemler, tür çeşitliliğini sağlamak için ideal çevre koşullarını oluştururlarmış. Sıcaklığı, nemi ayarlar, iklimi oluştururlarmış hem bitkiler hem hayvanlar yaşasınlar çoğalsınlar diye.

“Bilmediğim ne çok şey var böyle!” diye hayıflandı.

Pencerenin pervazındaki böcek açık olan camdan süzülerek toprağa yöneldiğinde toprağa kaydı gözleri. Aklına parlak bir fikir geldiğinde hep yaptığı gibi ayağa fırladı hemen. “Gitmeliyim,” dedi. “Ağacı bulmalıyım. O bilgedir. Bana anlatır. O da bir ekosistemde yaşıyor ne de olsa!”

“Bak!” dedi ağaç. “Toprağa dikkatlice bak! Bazı türleri göreceksin, evet. Ama bazılarını görmeye senin gözlerin yetmez” dedi. “Senin gözünün göremeyeceği kadar küçük o dünyada kimler neler yapıyor bilemezsin.”

Ovuşturdu gözlerini. Göremedi gerçekten o küçük canlıları. Bu, onların olmadığını göstermezdi. Mikroskop lazımdı görmek için.

Ağaç biliyordu. Toprağı da canlıları da… Dünya’daki türlerin hem kendilerini hem de ekosistemlerini yaşatmak için nasıl da çalıştıklarını biliyordu ağaç. Ekosistemler, Dünya’daki yaşamın kan damarlarıydı, can damarlarıydı çünkü. Tüm bağlantılar onlardaydı. Ekosistemler kutsaldı.

Ağaç anlatacaktı. Ama durgundu bugün.

Arkadaşını hiç bu kadar üzgün görmemişti. Dayanamadı, sordu:

“Neyin var? Mutlu değil misin yoksa?”

Başı önüne düştü ağacın. Suskunlaştı iyice. Ne yapmalıydı? Daha fazla gizleyemeyecekti ıstırabını. Anlatmaya karar verdi.

*

Devamı haftaya…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.