bursagorus.com.tr
2021-12-21 12:07:21

Türkiye’de Büyükşehirler ve Yeni Yasaların Getirdikleri

Prof. Dr. Bekir Parlak

21 Aralık 2021, 12:07

Ülkemizde hali hazırda 30 büyükşehir belediyesi vardır. Bu demek oluyor ki 30 vilayetimizde büyükşehir belediyesi çatısı söz konusudur, 51 vilayetimiz de ise önceden olduğu gibi il, ilçe ve belde belediyelerinin bulunduğu yerel yönetim düzeni geçerlidir. Büyükşehirlerde il sınırı artık, büyükşehir belediyesi sınırı olmuştur. 2012 yılında yapılan düzenleme ile tüm büyükşehirlerimizin sınırları il mülki sınırlarıyla örtüşmüştür. Yani vilayet sınırlarına kadar genişleyen bir “büyük belediye” örgütlenmesine gidilmiştir.

Türkiye’de büyükşehir belediyesi deneyiminin tam 40 yıllık bir geçmişi vardır. İlk defa 1980 askeri darbesinin hemen ardından 1981 yılında 2561 sayılı Yasa ile bir düzenleme gerçekleşmiş, sonra 1984 yılında 3030 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası yürürlüğe girmiştir. 1984’den günümüze kadar söz konusu alanda üç önemli yasa çıkarılmış ve süreç içinde sistem bir hayli değişime uğramıştır.

2004 yılında halen uygulanan 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası yayınlanmıştır. Ardından 2012’de 6360 sayılı Yasa ile gerçekleşen ve pekişen yasal ve kurumsal dönüşüm hareketi, ülkemizdeki metropol alan yönetiminin yanı sıra yerel yönetim ve mülki yönetim düzenlerimizi de ciddi biçimde etkilemiştir.

Karşımızda geniş sahalara hükmeden, görev ve yetkileri arttırılmış, lağvedilen yönetim birimlerinin görev ve sorumluluklarını da devralmış devasa bir belediye olgusu durmaktadır. Büyükşehir belediyeleri artık il özel idarelerine daha önce tahsis edilmiş olan görev ve yetkilerin tümüne yakınını devralmıştır. Bu arada tümünü devraldığı söylenemez.

Çünkü bunların içinde okullarla ilgili yetki Milli Eğitim Bakanlığı’na, su kaynakları, termal kaynakları, maden ocakları, taş ocakları ile ilgili yetkiler de vilayet idaresine yani “il genel idaresine” bırakılmıştır. Bunlardan büyükşehir belediyesi sorumlu değildir. Malum illerimizde merkezi yönetimin taşra uzantısı olarak ve bakanlıkların il ve ilçe temsilciliklerinin örgütlendiği bir “il genel yönetimi” bulunmaktadır. “İl özel idaresi” ilin geneli düzeyindeki yerel yönetim olmaktadır. Ancak günümüzde il özel idaresi, büyükşehir olmayan 51 vilayetimizde görev yapmaktadır. 6360 sayılı Yasadan önce tüm illerimizde il özel idareleri vardı.

Yeni düzenleme ile “Büyükşehir belediyesi tüm il sathında yatırım yapmaya yetkili” kılınmıştır. Hatta 10 yıl boyunca yatırım bütçesinin %10’unu önceki büyükşehir sınırı dışında kalan ilçelere tahsis etmesi hüküm altına alınmıştı. Yani herhangi bir büyükşehir belediyesi 10 yıl boyunca bütçesinin %10’unu önceki büyükşehir ilçeleri toprakları dışında kalan diğer ilçelere ve kırsala ayırmak durumundaydı. Bunun altını önemle çizmek gerekir. Tabii konu sadece bununla sınırlı değil.

Büyükşehir belediyesi olmakla birlikte, artık başka yeni uygulamalar da gündeme geliyor. Bunların başında her şeyden önce Büyükşehir belediyesinin daha önce yetkili olmadığı alanlarda da yetki sahibi olması, yetkilerini daha büyük kaynaklarla kullanması ve dolayısıyla yeni yönetim birimlerine ve kabiliyetlerine gereksinim duyması gibi bir takım durumlar da söz konusudur.

Bu yasa ile birlikte diğer taraftan kanun koyucunun “en uygun-optimal ölçekte” bir belediye idaresine yönelmek istediği görülüyor. Yani küçük belediyelerin hizmet üretememesinden, yatırım yapamamasından, araç gerece ve nitelikli uzman personele sahip olamamasından kaynaklanan sıkıntıları aşmayı ve her yöne hizmet götürebilmeyi hedeflediğini görmek mümkün.

Diğer taraftan bu yasa illerde bir nevi “imar bütünlüğünü” getirebilecektir. Tüm il genelinde uygulanacak bir imar bütünlüğüne ulaşılabilirse, bu, yeni yasanın ve ülkenin kazanımı olacaktır. Aynı zamanda kırsal yörelerimizde belediyelerin mevzuatın da bir gereği olarak kamu hizmetleri yapmadıkları görülür. Bu yasa ile büyükşehir belediyeleri kırsalda da yatırım ve hizmet yapmak durumundadırlar. Bu onların önemli görevleri arasındadır.

Köylerin tüzel kişiliğinin kaldırılması ve onların mahallelere dönüştürülmesi; eksileri ve artıları olan bir konudur. Köyler, nihayetinde geleneksel yönetim birimleridir. Oradaki halk bir takım özelliklerini köy ortamında, köy tüzel kişiliği bünyesinde ve kendi etraflarında yürütmektedirler. Ama bunlar büyükşehir belediyesinin ve bulundukları ilçenin bir mahallesi olduktan sonra tabi ki önceki o köy atmosferinin, köye has o halin, köy halkının yaşantısının ve köylünün emlak, imar, konut, vergi vb. iş ve işlemlerinin bu gelişmeden etkileneceğini söylemek mümkündür.

Bu konuda 2021 yılı içinde yeni bir düzenlemeye gidilerek büyükşehirler dahilindeki köyler için “kırsal mahalle” statüsü getirilmiş (15 Nisan 2021 tarih ve 31455 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Yönetmelik) ve soruna palyatif te olsa bir çözüm bulma yoluna gidilmiştir.

Diğer taraftan köylerle ilgili büyükşehir belediyesinin hizmetler yapması asfalt yapması diğer altyapı hizmetlerini sunması ve buralara kırsal kalkınma projesi uygulaması da bu yöreler için avantajdır.

Büyükşehirle ilgili yapılan bütün bu değerlendirmeler konuyu şuraya getiriyor: Artık büyükşehir belediye başkanları değim yerinde ise “büyük başkan” oluyor. Çünkü bir vilayetin tümüne hitap eden, yetkileri olan, otoritesini kullanan, kaynakları ona göre tahsis edilmiş, il özel idaresinin imkânlarını uhdesine almış bir belediye yönetiminden ve dolayısıyla böyle geniş çaplı bir organizasyonu yöneten başkandan bahsetmek mümkün.

Ve aynı zamanda daha geniş kapsamlı bir ekibin oluşturduğu “büyük bir meclis”. Yeni uygulamada büyükşehir belediye encümenine katılım ilkesi gereği meclisten seçilen üyeler de dahil edilmiştir.

Bütün bunlar çok iyi değerlendirildiğinde bu yeni düzenlemenin şehirlerimizin ve kırsal yörelerimizin kalkınmasına gelişmesine hizmet etmesi beklenir. Bilhassa kırsal ve görece daha geri kalmış yörelerle, daha ileri gitmiş yöreler arasında dengelerin zaman içerisinde kurulmasına hizmet edebilir.

 Ancak bunun şu şartlarda olması mümkündür. Her şeyden önce büyükşehir belediyelerinin “yönetim ve denetim kapasitelerini ve yeteneklerini” geliştirmeleri lazımdır. Çünkü Mevcut yönetim ve denetim sistemleri ve uygulamaları bunun için yeterli olmayabilir.

Yeterliliğin sağlanması için; yeni birimlerin kurulması, uzmanların istihdamı, etkili danışmanlara, rasyonel ve etkin katılım mekanizmalarına, vizyoner bakış açısına, yeni politika ve stratejilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bilindiği üzere yasa ile büyükşehir belediyelerine gereksinim duydukları birimleri (daire başkanlığı ve müdürlük olarak) kurma ve ihtisas komisyonları oluşturma yetkisi tanınmıştır. Bu yetkiyi büyükşehir belediyesi meclisi kurallarına uygun olarak kullanabilir ve yeni birimler ve komisyonlar ihdas edebilir.

Bir başka husus, yine “Büyükşehir belediye başkanlarının liderlik kapasitelerinde ve yönetim becerilerinde” düğümleniyor. Yani Büyükşehir belediye başkanlarının liderlik performansları ve yönetme kabiliyetleri ölçüsünde, büyükşehirlerin başarılarının artacağı söylenebilir.

Büyükşehirlerde genel sekreter yardımcılıklarına ilişkin yasayla önceden getirilen nüfus ölçütü esaslı kısıtlamanın kaldırılması ve bu konuda büyükşehir yönetimlerine esneklik tanınması doğru bir adım olmuştur.

Yine büyükşehir belediyelerinde danışman istihdam edilmesinin yasayla hüküm altına alınması ve danışman sayılarının yeterli olabilecek bir düzeyde önerilmesi de yerinde bir politikadır.

Büyükşehir belediyelerinin “yönetişim” eksenli çalışması ve katılımcı demokrasiyi harekete geçirmesi daha bir elzem hale gelmiştir. Bu denli büyük bir sahada çok çeşitli ve kapsamlı kamu hizmetlerinin yürütmek, daha şeffaf, etkili, hızlı, rasyonel ve isabetli kararlar almayı gerektirir. Bunun en iyi yollarından biri de yönetişimi hakim kılmak ve katılımcı yönetimi realize etmektir.

Büyükşehir yasasına köyler açısından bakıldığında aslında hükümet ve meclis bu konuda bir takım tedbirler geliştirmiştir. Bu tedbirlerin bir takım kaygıları önemli ölçüde gidermesi beklenmektedir.

İl özel idaresi devreden çıktığı için Merkezi yönetim şöyle bir tedbir getirmiştir. Valiliklerin bünyesinde “Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığını” kurmuştur. Amaç illerdeki yatırımlar konusunda ortaya çıkan ihtiyaçların valiliklerce giderilmesi ve izlenmesidir. Bu da önemli bir gelişmedir.

Bir başka gelişme de devreye girmiştir. Torba kanunla çıkarılma yoluna gidilen bu düzenleme ile mülki idare amirleri olan valilerin ve kaymakamların yatırım ve harcama yetkilerini kayda değer bir oranda artırmaktadır. Ancak bu durumun büyükşehir olan illerde iki başlılığa sebep olma riski de yok değildir.

Bu yeni düzende esasında bir başka konunun da gündeme gelmesi gerektiğini düşünülmektedir Onlardan biri de şudur:

Halen 5018 sayılı yasaya göre kamu kurum ve kuruluşlarında stratejik planlar yapılıyor. Kurumsal stratejik planlardır bunlar. Bunları İl Özel İdaresi ayrı yapar, büyükşehir belediyesi yapar, üniversite yapar, ilçe belediyeleri yapar. Diğer kamu kuruluşları da ayrı stratejik planlar yapar. Kurumsal stratejik planlar yasa gereği elbette kendi ölçüsünde devam etmeli. Ancak hazır 6360 sayılı yasa ile il bütünlüğüne il sınırlarına kavuşmuş büyükşehir yönetimi sistemi kurulmuşken, bir şey daha yapmak gerekir: “İl bütünlüğünde büyükşehir ölçeğinde bir Kent Stratejik Planı”. İşte bu kent stratejik planı bütün diğer planların üstünde bir şemsiye olarak bulunmalıdır. Diğer sektörel master planlar, nazım imar planları, il çevre düzeni planı, uygulama imar planları da bu stratejik planın altında ve onunla bağlantılı ona paralel bir şekilde oluşturulmalıdır.

Netice olarak, yerel yönetimlerle ilgili konuları tartışırken her şeyden önce Türkiye’nin demokrasinin gelişmesine ihtiyaç olduğunu ve demokrasinin de yerelden başladığını ifade ederek, bir altlık oluşturmak lazımdır. Burada tam olarak kastettiğim şudur: Bütün çağdaş dünyada kentler, yerel ölçekteki birimler, “demokrasinin beşiği ve okulu” olmuştur. Bu gerçeklik siyaset için de geçerlidir.

Yerel siyaset ne kadar başarılı ise ulusal siyasetler o kadar başarılıdır. Yerel demokrasi ne kadar başarılı ise, ulusal demokrasiler de o kadar olgundur. Yerelde katılım ne kadar güçlü ise, ulusal ölçekteki katılım da o kadar verimli olur.

O bakımdan “siyaset”, “yerel yönetim” ve “kent” üçgenin merkezinde “demokrasi” olmalıdır. Demokrasiyi de temsili boyutundan katılımcı boyutuna taşıyabilmek gereklidir. Bu çoğulcu demokrasi denilen, plüralist demokrasi modelidir. Yani yönetilenler, daha çok yöntem ve yollarla daha çok sayıda ve daha rafine edilmiş sinerjik katkılarla etkin bir şekilde siyasete ve idareye katılmalıdır.

Sadece temsilcileri vasıtasıyla 5 yılda bir değil, ya da sadece bir imza veya deyim yerinde ise demografik anlamda sadece orada bir kişi olarak bulunmak değil, aynı zamanda sormak, sorgulamak, karar almak, kararlara katılmak, onay vermek ve takip etmek gerekir. Eğer böyle bir demokrasiyi çalıştırabilirsek buradan çok daha verimli sonuçlar almak mümkün olacaktır.

Gelecek hafta büyükşehir belediyeleri konusuna devam edeceğim.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.