bursagorus.com.tr
2022-03-08 05:00:00

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

AV. Suna Soydaş Fırat

08 Mart 2022, 05:00

Her 8 Martta kadınlar hakkında birçok etkinlikler ve kutlamalar yapılmaktadır. Bu kutlamaların kaynağının aslında emek ve haklarına kavuşmak isteyen kadınların canlarına mal olan ve halen gözümüzün yaşarmasına sebep olan bir felaket olduğu pek fazla bilinmemektedir. Bu çok acı olayın kaynağına inersek; 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10 bini aşkın kişi katıldı.

26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak belirlendi.

***

Türkiye'de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında ‘Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekânlardan sokaklara taşındı. ‘Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı’ programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında ‘Türkiye 1975 Kadın Yılı’ kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından ‘Dünya Kadınlar Günü’ kutlanmaya devam ediliyor.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın en temel ilkelerinden biri, 10. Madde ile düzenlenen ‘kanun önünde eşitlik’ ilkesidir. Bu maddeye göre kadın-erkek herkes kanun önünde eşittir. Ancak dünyada ve Türkiye’deki uygulamalar, yasalardaki kadın-erkek eşitliğinin gerçek hayattaki kadın-erkek eşitsizliğini gidermekte yetersiz kaldığını ortaya koyduğundan, zamanla ‘olumlu ayrımcılık’ veya ‘geçici özel önlemler’ kavramı gündeme geldi. Türkiye’de kadın örgütleri kadınlara fırsat eşitliği sağlanabilmesi için olumlu ayrımcılık ilkesinin Anayasa’ya girmesi amacıyla on yılı aşan bir mücadele yürüttü. 2004 ve 2010 yılındaki kapsamlı değişikliklerle, eşitlik maddesine aşağıda yazılan ibare eklendi ve şu anda geçerli olan halini aldı

Bu maddeye göre; ‘Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.’ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar

Ancak bu da yeterli değildir. Kadın örgütleri, ‘fiili eşitliğin’ -yani gerçek yaşamdaki uygulamalarda eşitliğin- sağlanması için eşitlik maddesinin ‘cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, etnik köken ve medeni durum’ gibi nedenlerle ayrımcılığın yasaklanmasını içerecek şekilde değiştirilip genişletilmesini savunuyorlar. Onuncu maddedeki son değişiklikler olumlu olsa da, devleti kadın-erkek arasında fiili eşitliği sağlamakla yükümlü kılmıyor. ‘Devletin fiili eşitliği sağlamakla yükümlü olması’ ile ‘eşitliği sağlamak için alınacak önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmaması’ anlam olarak birbirinden oldukça farklı.

Madde bu haliyle, örneğin parlamento ve siyasette kadınların temsil olanaklarının genişletilmesi, ayrımcı kanunların değiştirilmesi, toplumsal hayata eşit katılımın sağlanması, devlet kadrolarında çalışma olanaklarının genişletilmesi, iş hayatında ve eğitimde erkeklerle fırsat eşitliğinin sağlanması eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz diyor, ama bunları hayata geçirecek bir adım atmıyor.

Dolayısıyla mevcut Anayasa, ‘olumlu ayrımcılık’ kavramını bir devlet politikası haline getirmiyor ve kadınlar için ‘fiili eşitliği’ aslında güvence altına almıyor. Bu da yetmezmiş gibi şiddetin önlenmesi açısından çok önemli uluslar arası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesinden Türkiye imzasını çekebiliyor. İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, devletlerin toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin yaşanmadığı bir dünya için nasıl çalışması ve çalışmak zorunda olduğu konusunda net bir yol haritası sunan çığır açıcı bir sözleşmedir. Bu durum milyonlarca kadın ve kız çocuğun yanı sıra cinsel şiddet ve ev içi şiddetten hayatta kalan kişilere hayati destek sağlayan örgütler açısından da feci sonuçlar yaratacaktır. Bu yanlıştan da bir an evvel dönülmesini temenni ediyoruz.

Eşit ve adil bir dünyaya ulaşma dileğimle kalın sağlıcakla.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.